Kahve
KAHVE
Ḳahve-i rū-yı siyāhuñ nefʿi vardur bedene
Ḥaḳ Taʿālā raḥmet étsün anı icād edene
Hepimizin tanımakta
olduğu kahve taneleri kahve ağacı meyvelerinin bir kısmıdır. Kahve ağacı daima
yeşil durmakta ve bir ehram manzarasında, dört beş metre yüksekliğinde
çiçekleri küme küme olup yasemin rayihasını andırır. Kahve ağacı on beş metreye
kadar yükselebilir. Üçüncü senesinden itibaren bol bol mahsul vermeye başlar ve
kırk sene kadar mahsul vermekte devam eder. Kahve
meyvesi önce yeşil renge, sonra kırmızı daha sonraları siyahça olur. Ve
kuruduğu zaman taflan tohumları büyüklüğündedir. Kahve meyveleri kiraza
benzerse de rayiha ve lezzeti ondan hoştur. Meyvesinde iki mesken vardır ki,
her birinde birer kahve tanesi olup bunlar gibi bir madde ile muhatdır
(çevrilidir). Kahve taneleri kavrulduğu vakit kokulu bir yağ hasıl olur ki,
içtiğimiz kahveye lezzet veren odur. Kahvenin bedende ika’ ettiği tesirat da
başlıca kafein ile bu yağdan neşet etmektedir. Kahvenin pek çok cinsleri
vardır. Bunların yekdiğerinden tefriki için tanelerin şekline, rengine,
rayihasına ve lezzetine bakılır. Biz birkaç cinsi tarif edeceğiz:
Moha yahud yemen kahvesi, küçük taneli ve yeşilimtırak buz
renklidir. En nefis ve mergub cinslerdendir.
Brezilya kahvesi, sarı renkli ve iri tanelidir. Toprak tadını
andırır.
Seylan kahvesi, koyu sarı renktedir. ve iri taneleri vardır.
manzarası cazibedar değilse de lezzeti pek güzeldir.
Küba yahud havana kahvesi, mütevassıt cesamet de taneli ve ziyade kokuludur.
Ortadoğu’nun
bazı bölgelerinde kahvenin köpüklü olması ayıp olarak görülürken bazıları da
kahvenin tadı ve aroması yüzeyindedir gerekçesiyle köpüklü olması gerektiğini
söylüyorlar.
Tarihi bir nazar
Dilimize
Arapçadan geçen kahve kelimesi eski arapça da “şarap” kelimesinin karşılığı olarak
kullanılırdı. Kahvenin keşfi hakkında muhtelif rivayetler vardır. kaşifi olmak
üzere birkaç kişi gösterilmişse de, bunlardan hangisi olduğu kesin olarak
anlaşılamamıştır. Kahvenin menşe-i ve vatan-ı asliyesi Habeşistandır. Hususiyle “Kaffa” tarafları
olup buradan mısr-ı ulyaya (yukarı mısıra) Arabistan’a geçtiği ve kahve isminin
de “Kaffa” dan geldiği iddia olunur.
Şazili adında
bir arap şehşinin kahveyi bulan ilk insan olduğu söylenir. Mağrib kaynaklarına
göre kahveyi keşfedenler Şazili ve İdris adında iki Arap’tır. İlk zamanlar da
kahveye Şazili ismini vermişlerdi. Rivayete göre, çobanlar güttükleri keçi ve
develerin garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra fazla canlılık
gösterdiklerini, hatta keçilerin raksettiklerini görmüşler. Bu durumu dervişlere
anlatmışlar. Şazili’de gösterilen ağacın meyvesini kaynatıp suyunu içmiş ve
aynı tesiri kendisinde de görünce kahvenin meziyetleri böylece keşfedilmişti.
Katip çelebi
ise, Şeyh-ul-Hasan Şazili’nin 1258 senesin de hacca giderken rastladığı müridi
Şeyh ömer ile sohbet ederler iken kendisine bir ağacın meyvelerinin verildiğini
bunlar kaynatılıp içilince mahiyeti anlaşılmış ve kahvenin bu surette
keşfedilmiş olduğundan bahseder.
Kahve
Habeşistan da 1000 yıllarından 1500’lü yıllara kadar hamura karıştırılır ekmek
yapımında kullanırdı. Abd-el-Kadr’ın kitabına göre kahve 1450 yıllarında
Yemen’de tanındı ve yetiştirilmeye başlandı.
Ahmet Raşit'in
Yemen ve San'a Tarihi adlı kitabında, kahveyi Habeşistan'dan Yemen'e getiren
kişinin Özdemir Paşa olduğu yazılıdır. Deniyor ki kahve asıl vatanı olan
Habeşistan'dan Yemen'e bir Türk kumandanı tarafından getirtilerek üretildi ve
Yemen kahvesi olarak ün yaptı.
Kahvenin
Arabistan da en ziyade ekildiği mahal yemendir. Kahve ziraatı Yemen’de pek
ilerlemiş olup, bu toprağın yetiştirmek de olduğu kahve başka topraklarda
husule gelmemektedir. Kahve Avrupa’ya nakil olunmadan önce doğu halkı meyanın
da içilmekteydi. Değil Avrupa’ya hatta merkezi hilafet olan İstanbul’a
gelmezden evvel yemen ahalisinden bazısı “bun” dedikleri kahve meyvesini
yiyerek tüketmekte ve bazısı da kahve tanelerini kavurup suyunu içmekteydiler.
O zamanlar Yemen Osmanlı’nın bir vilayeti idi. Kahve
Muha kasabası sahilinden yüklenip avrupaya gelmiş olacak ki, Avrupa halkı
kahveye, muha kelimesinin frenkçeleştirilmiş hali olan moka adını vermişlerdir.
Kurbiyyet
münasebetiyle Arabistan’dan Mısır’a gelen kahve, Sultan Selimin muvaffakiyetine
müteakib İstanbul’a nakil olunmuş ve Kanuni Sultan Süleyman’ın ahd-i
hümayunlarında 1554 senesin de (hakem ve şems) namın da iki zat kahve ile
İstanbul’a gelmişlerdi. Ve tahtakale ye yakın bir yere birbirine muhazi
(paralel) iki kahvehane küşad etmişlerdi. Ve bu cihetle kahve namı yalnız
huccac lisanından işitiliyorken bu sırada ötede beride içilmeye başlanmıştı. Bir
vesikaya göre ise İstanbul’da ilk kahvehaneler I. Ahmet zamanın da 1604’de
halıcılar köşkünde açılmıştı.
İstanbul’a
girmiş olan kahvenin haramiyetine Ebu suud efendi fetva vermekle beraber
rivayete göre kahve ile mahmul gemileri deldirip denize gark ettirmişti. Lakin
menhiyyatın hiç tesiri görülmeyerek her tarafta kahvehaneler açılmış ve herkes
devam ile keyiflerini çatmakta ve bir fincan kahve için canlarını dişlerine
almakta bulunmuş idi. Ebu suud efendiden sonra gelen müftüler kahvenin halline
fetva vermeleriyle artık kahve haneler çoğalmış ve her köşe başlarında açılmış,
ahali ise kesalet ve bataet-i tamme de kalarak sabahtan akşama kadar bu
miskinhanelerden çıkmamakta bulunmuşlar idi.
1043 de sultan
4. Murad kahvehaneleri kamilen tahrib ederek mahallerinde bekar odaları bina
ettirmişlerdi. Bu bab da ki iradeleri “memalik-i mahrusada vaki’ kahvehaneler
bozulup min ba’de açılmaya” den ibaret idi. kahramanlığı kadar dindar ve
dindarlığı kadar hakim ve müdebbir olan sultan 4. Murat kahvehaneler hakkında
bu kadar şiddet göstermeleri, o zaman hemen her köşe başında fasl ve gıybet şer
ve mefsedet mahali olan kahvehaneler açılarak meddahlar ve hatta çengiler
tedarik olunmasıyla herkes işi gücü bırakarak bir hal-i kesalet ve bataetde
kalmış olmasından başka bir şeye atf olunamaz.
[1] Dr. Yüz
başı Besim Ömer, mükeyyifat ve müskirat, İstanbul 1305, Mahmud Bey Matbaası s.
49
[2]
Fikret turan, Elyazması Mecmualarda Gündelik Hayat, Güncel Sorunlar ve Günlük
Dil: 18. Yüzyıl Osmanlı Edebiyatında Mahallileşmenin Kapsamı, FSM İlmî
Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi 2013, sayı:2 s.353
[3] Şehbal
dergisi, Ahmet raşimin makalesi
[4] Hürriyet
Pazar 18 haziran 2000 s. 15
[6] Yemen
havza-i memaliki osmaniyeye ahd-i kanununi de 927 de dahil olmuştur.
[7] Ebüzziya
Tevfik, 21 Muharrem1330. Mecmua-i Ebüzziya cilt: XIII, sayı: 129, s: 15-21
Yorumlar
Yorum Gönder